15 Nisan 2010 Perşembe

Microsoft'tan AdverGame



Microsoft ofisten kolay, öğretici oyun... İnsan kendini üniversitede bilgi işlem dersinde gibi hissediyor. Girdiğinizde ofis çalışanlarının sorunlarını hangi programla giderebileceğini buluyor. Çok fazla olmasa da eğlenceli vakit geçiriyorsunuz. En azından 5 - 10 dakikanızı buna ayırıyorsunuz.

11 Nisan 2010 Pazar

Starbucks Alkollü İçecek Satmayı Deneyecek

Dünyanın en büyük kahve zincirlerinden Starbucks, ABD’nin Seattle şehrinde deneme amaçlı açtığı kafede bira ve şarap servisi sunarak ezber bozuyor.

Seattle şehrinin eşcinsellerin, rock müzik sanatçılarının ve büyük köşklerde yaşayan sakinlerin oturduğu seçme mahallelerinden Capitol Hill’de açılan kafede ve yine 15’inci caddedeki Coffee & Tea adındaki benzer hizmetin sunulduğu mekanda içecek menüsü değiştirildi.

Dünyanın en büyük fast-food zincirlerinden biri olan McDonalds’ın geçen yıl itibariyle, mağazalarında üst gelir grubuna hitap eden kafeler açması ve McCafe markasıyla bünyesindeki kahve seçenekleri çeşitlendirmesinin ardından, Starbucks’ın da bu yeni mağazalarla üst gelir grubuna hitap etmek istediği belirtiliyor.

Harvard Business School öğretim üyesi profesörlerinden John Quelch, “Starbucks zaman içinde özel bir kitleye hitap eden bir markadan, kitlelere hitap eden bir markaya dönüştü. Bu yüzden üst gelir grubunda büyük bir boşluk oluştu” dedi.

Quelch, aynı zamanda ABD’nin diğer kahve zincirleri Peet's Coffee & Tea ve Caribou Coffee Co’nun ellerine geçirdikleri bu fırsatı tepip, bu boşluğu dolduramadıklarını da belirtti.

Starbucks için 2006’da örnek olay incelemesi yapan Quelch, “Starbucks’ın marka piramidinde üst sıraları rakiplerine kaptırmak istemediğini görülüyor” dedi.

EBEVEYNLERE HİTAP EDEN İÇECEKLER
Reuters muhabirleri, Starbucks’ın yeni test kafelerine yaptıkları ziyarette, mağazaya bebeklerine mama yediren annelerden, serbest çalışan grafikerlere ve emeklilere kadar farklı yaş gruplarından insanların geldiğini söylüyor.
Muhabirler, yeni konseptin en çok öğrencileri memnun ettiğini de söyledi. Washington Üniversitesi’nin yakınına kurulan kafeye, birkaç kadeh içkiyle birlikte ders çalışmak için gelen öğrenciler büyük ilgi gösteriyor.

İTALYA ETKİSİ
Starbucks CEO’su, kahve zincirinin yeni şubelerinde, İtalya’da, kahvenin yanı sıra şaraptan biraya kadar farklı türde alkollü içecek servisi yapan kafelerin konseptinden ilham aldıklarını söylüyor.

Daha önce ne ABD’deki ne de diğer ülkelerdeki şubelerinde alkollü içecek satmayan Starbukcks bu hamleyle, “ebevyen içeceği” olarak adlandırdığı alkollü içeceklerin test satışına başlamış oluyor.

Şirket, 2000 yılında da Seattle ve San Francisco’daki iki ayrı test kafesinde “Cafe Starbucks” adını verdiği şubelerinde kahve dışında bira ve şarap servis etmişti. Bu mağazalarda aynı zamanda salata, sandviç ve “Circadia” adında bir çorba da satılıyordu. Ancak bu konsept şubeler daha sonraki yıllarda kapatılıp, bilinen Starbucks şubelerine çevrilmişti.

Starbucks, ABD’den ayrı olarak, Japonya ve İspanya’daki şubelerinde de bira ve şarap satmayı denemişti.

ABD’de Roy Street ve 15’inci Cadde’de açılan yeni konsept kafeler, dünya çapında toplam 16 bin şubesi bulunan kahve zincirinin bir gün bütün şubelerinde alkollü içecek satmaya başlayacağına yönelik söylentilerin çıkmasına neden olsa da şirket yetkilileri bu konu hakkında herhangi bir açıklama yapmadı.

Şirket sözcüsü, “Şimdilik diğer şubelerimizde alkollü içecek satmayı planlamıyoruz” dedi.

Reuters
http://www.hurriyet.com.tr/ekonet/14381458.asp?gid=303

Ekleyen
Gökçen TANER


Her ne kadar "kriz giderek yavaşlıyor, reklam sektörünü biraz daha az vuracak!" naralarını en sık reklamcılar atsa da asıl gerçeklik bazen göremediğimiz tarafta oluyor.

Reklam sektörünü kriz bazı nedenlerl az vursa da; maliyetler düşürülmeye başladı. Bu da fotoğrafların artık stoklardan bulunmasına fotoğraf ajanslarının fotofolyoları karıştırılmya başladı. Zaten fotoğraf sanatçılarına ya da reklam fotoğrafçılarına çok ayrılmak itanmeyen bütçe, giderek düştü.

Elbette bizim gibi, işi hala olması gerektiği gibi algılayan ajanslar, var. Ancak fotoğrafçıların giderek işsizleşmesi, konusunu esprili bir üslup ile eleştiren bir çalışma gördüm bunu da yayılamak istiyorum.

7 Nisan 2010 Çarşamba

Dünyanın En Büyük Fotoğrafı


http://www.dresden-26-gigapixels.com/dresden26GP

Dünyanın en büyük fotoğrafı Almanya'nın Dresden şehrinde çekildi. Canon 5D Mark II fotoğraf makinesi ve 400mm lens ile çekilen panoramik fotoğraf 297.500 x 87.500 piksel yani 26 gigapiksel boyutunda. Basılırsa kağıt üzerinde 105 metreye 35 metre yapıyor.


Bu fotoğraf 1.665 adet 21.5 megapiksellik fotoğraftan birleştirildi. Bir robot tarafından 172 dakikada çekilen fotoğraf, 102 GB ham fotoğraf bilgisinin, 48GB bellek ve 16 işlemci tarafından 94 saat boyunca işlenerek oluşturuldu. Çekim esnasında en büyük sorun gün içerisinde ışık değiştiği için hız olmuş. Bu yüzden bellek kartına değil, veri direkt PC'ye aktarılmış. Aralık 2009 itibariyle dünyanın en büyük fotoğrafı.


Ceren GÜNGÖR

4 Nisan 2010 Pazar

Bir Dizi Reklamcılığı Baltalar mı?

22.02.2010

Sıkı bir dizi izleyicisi olmasam da Nurgül Yeşilçay'ın oyununu izlemek üzere oturmuştum televizyonun karşısına. Aşk ve Ceza'nın ilk bölümünü izlerken gördüm ki dizi reklamcılardan söz ediyor.

İlk bölümünde 'XL reklam ajansında, X Large bir mideye sığacak olaylar' yaşanmaya başlayınca filme dikkat kesildim. İzlemeyenler için filmin özeti: İşi uyuşturucu ticareti olan aşiretin başına geçmeye zorlanan genç adam Murat Yıldırım, evleneceği adamın ihanetine uğrayan reklamcı kızımız Nurgül Yeşilçay ile karşılaşır. Kısa süreli bir ilişki sonrasında olaylar her iki taraf için de kendi normalleri içinde gelişir. Normal dediğime bakmayın! Genç adam zaten absürt bir hayat içinde yaşamaktadır. Bir yandan geleneklerle yaşarken diğer yandan karşı çıkar, yasa dışı işlere de 'ben uyuşturucu kaçırmam' diye karşı durur. Reklamcı kızımız Nilgün Yeşilçay da XL absürt reklam ajansında ajansın başkanı, müşteri temsilcileri, kreatifler ve müşterilerle her saniyesi tuhaf ilişkiler yaşar. Ama gerçekten tuhaf şeyler! Diziye göre reklam sektöründe ahlakıyla elle tutulacak bir adam bile yoktur.

Bütün bunlara rağmen ilk bölüm ilgi çeksin diyerek böylesine abartılmıştır diye düşündüm. Ancak geçen 6 bölüm sonunda adeta kimin eli kimin cebinde biçiminde gelişen olaylarla bir reklam ajansında işlerin nasıl alındığını anlatan son bölüm de eklenince Aşk ve Ceza'nın reklam sektörünün çalışanlarını sıkı bir biçimde karaladığına kanaat getirdim. Peki, neden?

İLK BEN SORMUŞ OLAYIM?

Sormak isterim, dizinin senaristi, yapımcısı kim? Reklamcılar Derneği temsil ettiği sektörün bu denli aşağılanmasına neden ses çıkarmıyor? Yoksa bunlarda doğruluk payı mı var? Sorulara sırasıyla cevap verelim: Dizinin yapımcısı da yapım şirketi de çok ünlü. Aralarında Zerda, Aliye, Binbir Gece, Bir İstanbul Masalı, Yağmur Zamanı ve Hırsız Polis gibi 11 yerli dizinin de yapımcısı T.M.Ç., şirketin sahibi ise Erol Avcı. Avcı reklam sektörünün yakından tanıdığı bir isim. Filmin yönetmeni Kudret Sabancı. Sabancı da yukarıda sayılan bazı filmlerin yanı sıra ilk çıkışını Laleli'de bir Azize filmiyle yapmıştı. Basında kişisel olarak ilk kez Aliye dizisini çekerken yer almış ve epey de gürültü çıkarmıştı. Meraklıları yönetmenin adını yazıp küçük bir araştırma yapabilir.

İnternette yaptığım araştırmada dizinin senaryo yazarına ilişkin pek bir şey bulamadıysam da 'kuşlar' bana senaryo grubunun başında ünlü romancı Ayfer Tunç'un bulunduğunu söyledi. Kapak Kızı, Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek gibi çok satan pek çok kitabın yazarı da olan Tunç, sitesinde 'Yazmak' başlığı altında kendini anlatırken, "Yazar, her an girecek bir beden arayan huzursuz bir ruhtur. Kendisi ve başkaları olabilen kişidir. Yazıyorum çünkü bana bahşedilen tek bir hayatla yetinemiyorum, aynı anda ben ve başkaları olmak için yazıyorum." diyor. Tunç'un, dizideki ajansta ruhu huzur bulmaz insanlardan olmayı isteyeceğini zannetmemekle birlikte, senaryo grubunda reklam sektöründen birilerinin olduğunu ya da danışmanlık yaptığını öngörmek safdillik olmasa gerek.

Jacques Seugela'nın ünlü 'Anneme Reklamcı Olduğumu Söylemeyin, O Benim Genelevde Piyanist Olduğumu Zannediyor' kitabı yayınlandığında başlığı bile yeterince incitmiş, kitabı okumayanlarla sektör dışındakiler reklamcılara şüpheyle bakmıştı. Gelelim Aşk ve Ceza'ya; dizinin yapımcıları reklam sektörü çalışanlarını ne kadar aşağıladıklarının farkında mı? Eğer yapımcılarının sektörü cezalandırmak gibi doğrudan bir amacı yoksa senaryo ayrım gözetmeksizin sektörün çivisinin yerinden külliyen çıktığını söylüyor. Bu işte tuhaf bir durum var! Bundan böyle gençler kariyer planlarını yapar ve büyükleriyle paylaşırken rahatlıkla, "Ben reklamcı olmak istiyorum." diyebilecek mi? Aileler ne düşünecek? Dışarıdan bakanlar sektör çalışanlarını daha baştan 'ahlaka mugayir' olarak sabıkalayacak mı? Yeni tanışan iki kişiden biri 'reklamcıyım' derse, diğerinin aklına ne gelecek?

Bir de işin reklamveren tarafı var. Örneğin zat-ı muhterem hanımına, "Ben bugün reklam ajansına gideceğim" derken hanımefendinin aklına neler gelecek? Yoksa reklamcılara kızan birileri sektördeki herkese kuru ya da yaş demeden gözdağı veriyor, cezalandırıyor mu? Eğer öyleyse dizinin adı, olmazdı ama Suç ve Ceza olabilir miydi? Peki, öyleyse neden?

İtiraf ediyor ve Bruce Willis'ten özür diliyorum

Geçen hafta, "Reklamın haberi de reklamdır" demiş ve daha yayınlanmadan basında yer alan reklamlara en iyi örneklerden birisinin THY'nin Kevin Costner'li "Kendinizi yıldız gibi hissettirir" kampanyasıdır demiştim. Costner her konuştuğunda bu THY'ye artı yazar, üstüne bir de Bruce Willis'in Amerika'da televizyonda anlattığı 'Var mısın Yok musun'da yaşadığı deneyimleri Costner'a mal etmiştim. Çok sayıda okurum Bruce Willis'i, Kevin Costner ile karıştırarak hata yaptığımı duyurdu. Neden bu hatayı yaptığımı epey düşündüm. İşte hata yapmama sebep olan ilk tespitlerim: Bir kere her ikisi de Hollywood'un aksiyon filmlerinin yenilmez cengâverleri, ayrıca romantik filmlerinin de vazgeçilmez jönleriydi. Olmazı olduran Amerikan savaşçılarıydı. Bunların üstüne bir de fizikleri benziyordu ya da bana öyle geliyordu. Sonuç; her ne hal ise kişisel algımda Costner ile Willis birleşmişti ve içinden THY geçen bir yazı daha yazmış oldum.

Bir zamanlar 'ropteşambır'

Finansbank'ın çek ve senet kullanmayı tarihe gömen yeni uygulaması Vadekart'ın tanıtımında tarihe gömdüğümüz Türk sinemasının ünlü sahnelerini de hatırlıyoruz. Zenginlik göstergesinin olmazsa olmazı yakası satenli meşhur bordo 'ropteşambır' da ihmal edilmemiş. Kızının aşkını parayla satın alabileceğini varsayan ropteşambırlı bir babanın rol aldığı filmde, geçmişin aksine rüşveti en avantajlı biçimde kabul eden bir genç adam var. Günümüzde her şey para diyen bir kültür filizleniyorken, Finansbank'ın ajansı bu içgörüyü doğru ve zamanında görmüş. Ne dersiniz, filmin sonunda zenginlik göstergesi ropteşambır giyinmeyi başaran genç adam artık zengin olduğuna göre sevgilisini de babasının rızasıyla almıştır!

Neredeyse bedavaya kredi bile var!

Ucuza kredi dağıtan pazarcılara çığırtkanlık yaptırarak rakip bankaları işaret eden Fortis, benzeti sanatını kullanıyor. 'Gerçek Krediyi' kendisinin verdiğini söyleyen Fortis dikkat çekici bir kampanya ile iletişim yapıyor. Bugüne kadarki alışılagelmiş banka reklamlarından farklı ve iddialı bir söyleme sahip Fortis kampanyası, sektörde pazarın giderek artan zorlayıcılığını da ortaya koyuyor. Dozu iyi tutturulduğunda farkı anlatmak için rakibe kafa tutmanın bence hiçbir sakıncası yok.

Günseli Özen OCAKOĞLU'nun yazısından alıntırdır.

http://www.marketingturkiye.com/yeni/Yazarlar/Yazar_Detay.aspx?id=809

Ekleyen Gökçen TANER